“Kadıköy’e köy diyenin, Nevşehir’e şehir diyenin…” diye söylenegeldiği gibi köye benzemeyen, neye benzediğini de kestiremediğim bu yer kışlık gezimizin yeri oldu. Dar alan, bir sürü mekan… Anlatılacak çok şeyi olan Kadıköy’ün bazı satırbaşı noktalarını işaretlemeye başlıyoruz!
Ben karşının öğrencisiyim. Haliyle Kadıköy’de nerede buluşulur bilmem. Bildiğim bir tek Kadıköy’deki Beşiktaş İskelesi, o da öte yakadan beni buralara taşıdığı için. Şimdi yerinde bile olmayan bir postanenin önünde buluşmak zordu bu nedenle. Bu zorluk aşılıp Ceyda ile gezmeye
Nedense Kadıköy’e gezimizin yazısında deme ihtiyacı hissettim (Aslında tüm gezilerimizi ilgilendiriyor tabi bunlar..) Biz gezdiğimiz yerleri her şeyi ile dört dörtlük bilmiyoruz , bu imkansız zaten. Bunun için o yerin yerlisi olmalı insan. Biz sadece bu kadar zamansızlığın içinde kendinize zaman yaratıp bizim gibi bir gün içinde gezip keşfedebileceğiniz belki de çok yakınınızda olan içinde neler olduğundan habersiz olduğunuz yerlere daha alıcı/gezici gözle bakmanızı sağlamak.
Zaten onun için bildik gezi yazılarının “ne yenilir, nereden gidilir” gibi başlıkları bizde yok. Onun yerine semtin sakinleriyle konuştuklarımızı yazıyoruz. Kadıköy, sakinlerini gösterecek kadar sakin bir semt olmadığından, bizim dikkatimizi çekenler de aslında buranın kökleşmiş esnafları, dükkanları. Tek tek anlatmasak da oradalar hepsi keşfetmeniz için. Samatya’nın Rokacı Hayri’si, Yeşilköy’ün Turşucu Göksel Abi’si gibiler, kocaman tabelalarda
Elbet Kadıköy’ü gezmek de bir güne sığmaz. Ama farz edin ki bir gününüz var, neler kalırdı aklınızdan Kadıköy’e dair? Benim aklımda kalan Kadıköy’deki esnaf dağılımı. Burada her işin ehlini bulmak mümkün sanki. Bir yerde kokoreççiler, balıkçılar, diğer tarafta aktarlar antikacılar, çantacılar, ayakkabıcılar, kuyumcular…
İlk alışveriş merkezi bir çıkmaz sokakta farklı dükkanların yer almasıyla başlamış. Böylece sokağın açık ucundan giren çıkana kadar tüm mağazaları görmüş olurmuş. Sonrasında bu çıkmaz sokak büyümüş, L şeklini almış, sonra O olmuş, sonra sokağın üstü kapanmış, derken kat çıkılmış ve bildik alışveriş merkezi halini almış. Kadıköy de böyle, Cevahir’den farkı yok mesela. Benzer ürünleri satanlar aynı bölgede. Üstelik burada da her sokak bir başka sokağa açılıyor, insanı bu sokaklar silsilesinden çıkmamaya zorluyor. En büyük fark burada pazarlık yapılabiliyor. Küçük esnafın en güzel farklarından biri...
Bir arkadaşımın dedesi, şivesiyle “Ah bu koki bu koki, yediriyor bu koki!” dermiş kokoreç için. Arkadaşıma da sirayet etmiş olacak, ona da bu “koki” yediriyor ve biz
Çeyrek kokorecinizi yediniz, sokağın başından sola döndünüz, dümdüz gidip Boğa’dan inen yola çıktınız, bir sağ yaptınız Kuru Kahveci Mehmet Efendi’nin mis kokulu dükkanın önünden geçip balık kokusunu takip edip sağ sokağa döndünüz. Balıkçı tezgahlarından önce Yanyalı Fehmi’nin Lokantası’yla karşılaştınız. “Yanya da neresi?” diye
Sahi Fehmi’nin Yanya’da işi ne? Bari bana söyleseydin yahu…
Aktarlarda her derdin bir dermanı olmasına hayranım. Bazen acaba dedirtiveriyorlar üstelik...
Acaba aşka ya da maddi sıkıntılara da bir dermanları var mıdır? Biz aktarlardan birine girdik ancak adam çok konuşkan çıkmadı. Zaten iki senedir bu işi yapan birinden de bu soruma doğru cevabı bulmak biraz zor olurdu sanırım. Biz de cezerye aldık sadece, damağımızın tadını bulması için.
Bundan sonrasında yazıya da bağlı kalmayın, ya ileri gidin yolla birlikte ya yukarı çıkın ya aşağı inin, hepsinde de görülmeye değer şeyler bulacaksınız. Yukarıda ikinci el eşya satan dükkanları az ilerisinde toptan çantacıları görürsünüz, ilerlerseniz sahaflar, tek cepheli eski konakların yeni sahibi çeşit çeşit kafeler çıkar karşınıza yine otantik yemekleri ile meşhur Çiya’da bu sokak üzerindedir. Sokaktan ayrılamayıp sonuna kadar giderseniz Moda’ya yaklaşırsınız. Aralardan keşfede keşfede yukarılara çıkarsanız en sonunda kendinizi şık bir caddede bulursunuz. Kadıköy’ün meşhur Bahariye Caddesi’nde. Bahariye Caddesi’ne çıkarken bilmem kaçınız dikkat eder ama bir mobilyacının önünden geçersiniz, Ermenidir ustası, ilginizi hissederse koyu ve tatlı bir sohbet kaçınılmazdır. Bir zamanlar Kadıköy’ün nasıl bir yer olduğunu belki de en iyi anlatacaklardan biridir o.
Bunca gezide onlarca kilise görmemize rağmen sadece iki tanesini gezebildik. Bu büyük Rum kilisesi de kapı duvar oldu bize. Kadıköy’ün içinde Şekerci Cafer Erol’un tam karşısındaki kilisenin açık kapısını görüp orada da şansımızı denedik. Ancak görevli bizi tersledi: “Burada görülecek bi’şey yok, göremezsiniz, içeride ayin var, görülecek bi’şey yok!” Sürekli aynı şeyleri söyledi, bizi içeri almamak için elinden geleni yaptı soğuk yüzüyle. Belki “Nereden bu kilisede çalışıyorum?” diyen aşırı müslüman bir devlet memurudur bu adam, o zaman davranışı anlaşılır olur.
İstanbul’un ün yapmış caddelerini düşündüm Bahariye’den aşağı inerken. Bağdat’ı, İstiklal’i. Hepsinin ne kadar kendine has görüntüleri, iyi ve kötü huyları var. Bahariye’nin en iyi tarafı bence Süreyya Operası. Gitmediyseniz, görmediyseniz çok şey kaçırmaya devam ediyorsunuz.İstiklal ve Bağdat’a kıyasla Bahariye’nin eksisi ise kısa oluşu ama tam cadde biterken karşıdan gelen tramvay bu eksikliği unutmanıza yetiyor da artıyor hele durağını kaçırmanıza rağmen elinizi kaldırdığınızda duruyorsa.
El kaldırınca vatmanın tramvayı durdurup bizi de alacağını hiç ummazdım. Ama oluyormuş. Güzel de oldu doğrusu. Kadıköy’ü tam tur atmanın güzel bir yolu tramvay. Hele bir de sürekli fotoğrafının çekilmesini isteyen tatlı bir ufaklıkla karşılıklı oturunca daha bir güzel. Gerçi yapıldığı zaman böyle bir nostalji için iki buçuk milyon dolar harcanmasına zamanında oldukça tepki gösterilmiş. Bastığımız akbillerle bu tramvay kendini ne kadar sürede
Kadıköy’ün en bilindik belki de en ünlü sembolü olan altı yolun ortasındaki boğa heykelinin önünde iniyoruz tramvaydan. Mart’taki belediye seçimlerinden sonra olur da başkanlık el değiştirirse boğayı ineğe mi çevirirler, inek kısmısı sokakta hele de meydanın ortasında durmaz deyip toptan mı söküp kaldırırlar diye tartışırken birden bastırıyor yağmur, sahile doğru iniyoruz koşar adım. Denize yaklaştıkça Kadıköy’ün demirbaşlarından biri de bize yaklaşıyor, Haldun Taner Tiyatrosu. Sağımızdaki Ağa Cami’nin önünden kıvrılıp karnımızı doyurmak üzere ara sokaklardan birine giriyoruz. Sıcacık
İş bu iki yazarlı metin mini bir özetidir Kadıköy’ün. Girilebilecek onca sokağın, keşfedilecek onca dükkanın olduğu bu koca semtin dilimiz döndüğünce ve vaktimiz yettiğince anlatılmış halidir. Kadıköy’ü Kadıköy yapan, insanı oraya bağlayan, tek tek anlatamadığımız dükkanları boş vakitlerde tek tek gezmeli. En azından biz öyle yapacağız. Okurlarımızın da bunu yapmasını istiyoruz. Çünkü Baylan’ın, Ali Muhiddin’in, Yanyalı’nın, hepsinin bir kere tadına bakınca Kadıköy akıllarda gerçek ruhunu bulacak, bu gezi yazısı işlevini yerine getirecek.
Belki bir gün İstanbul’un “marjinal” dükkanlarını da yazmaya başlarız Ceyda ile. Ama şimdilik içinden ray geçen semtlere devam! Kadıköy’den de biri italik biri düz iki kalem geçti işte!
Not: Süreyya Operası’nı daha da büyülü kılan güzel fotoğrafın sahibi arkadaşımız Uğur Eren’e teşekkürler. (http://fotouur.deviantart.com)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder